25 Ekim 2016 Salı

ŞİİRE DAİR


                                                                   

 

Aklına geldi mi yazacaksın şiiri. Yazmadın mı sonra unutur gidersin. Aklındaki mısralar uçar gider hemen yazıya dökmezsen. Şiir anlıktır. Şiir, pencerenden giren güneş ışığıdır, karanfil, nane, kekik kokusudur, yağmurun sesidir, kar tanesidir, kırlardaki papatya ve gelinciklerdir, nazlı bir sevgilidir, aşktır, ıstıraptır.

Şiir mi yazacaksın? Aslında kolaydır şiir yazmak. Ama kime kolay? Asıl mesele burada. Hayata farklı bir gözle bakan insana kolay. "Nasıl yani?" dediğinizi duyar gibiyim. Açıklayayım: Şair dediğiniz adam (veya kadın) her varlığa bir sanat eseri gözüyle bakar ( Zaten Allah'ın yarattığı her şey eşsiz bir sanat eseridir.). Kainatı tüm yönüyle okur, derinliğine okur; ona bir de estetik katar. Şair uçan kuştaki güzelliği, bir yaprağın üzerindeki kılcal damarları görür; karanfil ve yasemin kokularını, toprağın kokusunu, sevgilinin kokusunu tüm hücrelerine işlemiş gibi duyar ve bunu kağıda döker. Gönülden akan mürekkep kağıtla buluşur, ortalık düğün yeri gibi olur şiirde. 

Şiir, bir ressamın elinden çıkan bir resim gibidir. Şiirde sözcüklerin ahengi vardır; resimde ise renklerin ve çizgilerin ahengi vardır. Etrafınıza iyi bakın. Evinizin önündeki kediye, ağaçların dallarında adeta şarkı söyleyen kuşlara, bir adamın sırtındaki küfeye, örümceğin ağ örüşüne, arının bal yapışına, papatyalara, gelinciklere, dut ağacına, masmavi gökyüzüne, öfkeli fırtınaya, insanın bedenini okşayan, huzur veren, serinleten rüzgarlara, karın yağışına, kalem tutan elinize, parmaklarınıza, toprağa, havaya, suya... Hepsine iyi bakın. Tüm bu saydıklarım (ve sayamadıklarım) hepsi birer şiir konusudur. Hepsi bir şiirin ana omurgasını oluşturabilir. Bakmasını, görmesini, duymasını, hissetmesini iyi bilenler tüm bu malzemeleri ahenkle, ritmle iyi karıştırırsa bizi masal alemlerine götüren, hayal dünyamızı harekete geçiren bir sanat eseri ortaya koyabilir. 

Kısacası şiir bakmaktır, görmektir, duymaktır ve hissetmektir. Kimi zaman da savaşlara, gözyaşına, haksızlıklara karşı bir haykırıştır. Fikrin, hiddetin ve heyecanın birleştiği bir sözcükler dünyasıdır. Neyse... Siz siz olun; şiiri hayatınızdan eksik etmeyin.

  
  

23 Ekim 2016 Pazar


                                                        EDİTÖR KARDEŞ

     Ah be editör kardeşim! Sizin gibiler yüzünden millet edebiyattan soğudu yeminle. Neymiş efendim "Cümlelerin kısa, meramını etkili bir şekilde anlatamamışsın, cümlelerin özgün değil, kurgun zayıf, cümleler ve paragraflar arasındaki bağlantıyı iyi sağlayamamışsın, özgün bir konu bulmalısın" diye diye milleti mektup yazmaktan bile soğuttunuz kardeşim. Ne kadar editör varsa hepsine birden aduket yapıyorum. Editör kardeşler sizlere sesleniyorum: İnşallah metrobüste oturacak yer bulamazsınız. İnşallah ayak serçe parmağınızı sehpanın kenarına çarparsınız. İnşallah tuttuğunuz takım jeneriklik gol yer. İnşallah Ankara'nın ayazına maruz kalıp yanaklarınız, burunlarınız kıpkırmızı olur. İnşallah yemek yerken dilinizi ısırırsınız. İnşallah boğazın kenarında özçekim yaparken telefonunuzu denize düşürürsünüz.

     Unutmadan bir de şundan bahsedeyim: Edebiyat dergisi "Notos" Halit Ziya Uşaklıgil'i ele almış. Derginin kapağına baktım; bir de ne göreyim; adamlar Halit Ziya'yı resmedelim derken eski Beşiktaş başkanı merhum Süleyman Seba'yı resmetmişler. Olmamış kardeşlerim. O Halit Ziya değil, Süleyman Seba...
 

2 Ekim 2016 Pazar

AHMET HAMDİ TANPINAR'IN EDEBİ KİŞİLİĞİ VE ESERLERİ




             

 Ahmet Hamdi Tanpınar, Türk edebiyatına, Türk düşünce hayatına ışık tutmuş sanatçılarımızdan birisidir. Hikaye, roman, deneme, makale, gezi yazısı, şiir, edebiyat tarihi gibi alanlarda eserler vermiş olmakla birlikte sanata, musikiye, resme, psikolojiye, felsefeye, mimariye ilgi duymuş; bu ilgisini de eserlerinde yansıtmıştır.

 Tanpınar, "Mahur Beste" adlı romanında "medeniyet" kavramını merkeze alarak çeşitli değerlendirmelerde bulunmuştur. Medeniyet kavramını tüm yönleriyle incelemiştir. Romanın başkahramanı Behçet Bey ve çevresindekilerin hayatını konu edinmiştir.

 Tanpınar'ın kaleme aldığı bir başka roman da "Huzur"dur. Yazar bu romanında cumhuriyetin ilanıyla birlikte ortaya çıkan "yeni aydın tipi"ni ele almıştır. Romanda bu "yeni aydın tipi"ni romanın başkahramanı Mümtaz temsil eder. Mümtaz, romanda Nuran'a ve İstanbul'a aşıktır. Nuran konusunda Suat ile çatışmalar yaşar. Çünkü Suat da Nuran'ı sevmektedir. Aslında Suat'ınki bir aşk değil bir saplantıdır. Suat aşkına karşılık bulamayınca intihar eder. Mümtaz da daha sonra Nuran'a kavuşamaz. Nuran eski kocasıyla barışır. Romanda Mümtaz doğu ile batı yani bir başka deyişle gelenek ile modern arasında sıkışmış kişidir. Suat ise yanlış batılılaşmanın sembolüdür. Nuran ise gelenek ile modernin hücumuna uğramış İstanbul'u temsil eder. "Huzur" romanı bir aşk romanı olmasının yanı sıra bir kültür romanıdır. Tanpınar bu romanda sanatla, musikiyle ilgili değerlendirmelerde de bulunmuştur.

 Tanpınar, "Saatleri Ayarlama Enstitüsü"nde iki medeniyet arasında gidip gelen, sıkışıp kalan toplumumuzun garipliklerini, yanlışlarını, yozlaşmasını masalsı bir atmosfer içinde dile getirir. Hayri İrdal'ın çevresinde gelişen romanda insanlar gerçek dünyadan kaçıp sürekli hayal dünyasına, masal dünyasına sığınmaktadır. Halit Ayarcı'nın kurmuş olduğu Saatleri Ayarlama Enstitüsü gerçekten uzak, saçma sapan bir kurumdur. Halit Ayarcı bu enstitü ile insanlara boş hayaller satar. Zaten Halit Ayarcı da yenilikçi görünümünün altına gizlenmiş bir şarlatandır.

Tanpınar'ın romancılığı ve hikayeciliğinin yanında şairliği de çok güçlüdür. Sayıca az olmasına rağmen şiirleri nitelik bakımından üstündür. (Ne İçindeyim Zamanın ve Bursa'da Zaman şiirleri oldukça ünlüdür.) Şiirde mükemmeliyetçiliği benimsemiş; bu fikir ona hocası Yahya Kemal'den sirayet etmiştir. "Yaşadığım Gibi" adlı eserinde yer alan "Antalyalı Genç Kıza Mektup"ta asıl estetiğinin Valery'yi tanıdıktan sonra teşekkül ettiğini açıklar. Tanpınar yine aynı eserinde Bergson, Schopenhauer, Freud ve Nietzsche'den etkilendiğini dile getirir. 

 Tanpınar "Beş Şehir" adlı eserinde İstanbul, Ankara, Bursa, Konya ve Erzurum'u tarihi ve kültürel özellikleriyle okuyucularına tanıtmıştır. Bu şehirlerin kendisinde uyandırdığı izlenimleri mükemmel üslubuyla anlatmıştır. Örneğin; Konya için "bozkırın tam çocuğu" tabirini kullanmıştır. 

 Tanpınar'ın edebiyat tarihçiliği de takdire şayandır. "XIX. Asır Türk Edebiyatı Tarihi" adlı eserinde bilimsel dilin yanı sıra sanatsal bir dil de kullanmış; bu eserinde adeta bilim  ile sanatın sentezini yapmıştır.

Şiir ve sanat anlayışında Bergson'un zaman anlayışının büyük etkisi vardır. Rüya meseleleri ise onu Freud'a ve psikanalistlere götürür.

 Son olarak şunu söyleyebiliriz: Tanpınar eskinin tamamen yasaklanmasına karşı çıkmıştır. Ona göre eski ile yeni orta noktada buluşup bir "sentez"e varmalıydı.  Tanpınar tarihsel ve kültürel devamlılığa, bütünlüğe önem verirdi. Ona göre Yunus Emre ile Mevlana birbirinden ayrı değil tam tersi birbiriyle bütünlük oluştururdu. Yazımı Tanpınar'ın "Yaşadığım Gibi" adlı eserindeki şu sözleriyle bitirmek istiyorum: 

 "(...) Fuzuli'yi, Nef'i'yi hakikaten sevip anlayan bir muasır, ondan Avrupa şiirine, Goethe'ye, Shakespeare'e çok kolay geçebilir. (...) Dede Efendi ile beslenmiş bir ruh için ise Bach sadece bir kardeştir."

ESERLERİ:  ROMAN: Mahur Beste, Huzur, Saatleri Ayarlama Enstitüsü, Sahnenin Dışındakiler
ÖYKÜ: Abdullah Efendi'nin Rüyaları, Yaz Yağmuru  DENEME: Beş Şehir    ANTOLOJİ: XIX. Asır Türk Edebiyatı Tarihi   

                        


                    

Popüler Yayınlar

Blog Listem