20 Eylül 2016 Salı

BİR FİKİR İŞÇİSİ: CEMİL MERİÇ


Kültür tarihimize, düşünce dünyamıza damgasını vurmuş bir yazar, bir mütercimdir Cemil Meriç. Okumanın gücüne inanmış, sürekli okuyan, her gün yeni bir hakikati keşfetmek için sayfalar ve satırlar arasında dolaşan Cemil Meriç fikirleriyle geçmişten günümüze ışık tutmuş değerli düşünürlerimizdendir.

Cemil Meriç'in ilk yazısı Hatay'da Yeni Gün Gazetesi'nde çıkmıştır. Gençlik yıllarında ise Fransızcadan tercümeye başlamıştır. Batı medeniyetini tüm yönleriyle, tüm derinliğiyle araştırmıştır. Dil meseleleri ise hep ilgisini çekmiş; bu konuda sayısız incelemede ve değerlendirmede bulunmuştur.

 Türk aydını içerisinde yeri çok farklı ve mühimdir. Kendine özgü bir duruşu ve düşünce dünyası vardır. Batı medeniyetini araştırdığı gibi Doğu medeniyetine de ilgi duymuştur ve bu medeniyet hakkında da araştırmalarda bulunmuştur. Doğuyu aramada Hint kültüründen başlamıştır. Hint felsefesi ilgisini çekmiş ve bu felsefe üzerinde inceleme ve araştırmalarda bulunmuştur. "Bir Dünyanın Eşiğinde" adlı çalışmasında Doğu medeniyetini mercek altına almıştır. Türkiye'nin ruhunu kaybettiği görüşünü savunmuştur; çünkü Türkiye geçmişiyle arasındaki bağı koparıp atmıştır. Bu durum daima onun zihnini meşgul etmiş ve yüreğini parçalamıştır.

Görme yetisini kaybettiğinde bile çalışmalarına devam etmiştir. Karanlık dünyası onu yolundan alıkoyamamış; Meriç bu zor günlerinde de kültür ve fikir dünyamıza ışık tutmaya devam etmiştir. 

Elbetteki Cemil Meriç dört dörtlük bir insan, bir fikir adamı değildi. Elbetteki düşünceleri arasında diğer insanların benimsemediği noktalar da vardır. Ama şunu söylemeliyim ki bizim Cemil Meriç gibi okuyan,düşünen, sorgulayan, düşündüklerini, sorguladıklarını yazıya döken, fikirlerini büyük bir cesaretle savunan, davasına sahip çıkan, kültür ve düşünce dünyamıza demet demet ışık saçan yazar ve düşünürlere ihtiyacımız var. Okumayı, düşünmeyi ve yazmayı yaşamımızın bir parçası haline getirmemiz dileğiyle...

Eserleri: Mağaradakiler, Bu Ülke, Umrandan Uygarlığa, Kırk Ambar, Işık Doğudan Gelir, Bir Dünyanın Eşiğinde...


                         


19 Eylül 2016 Pazartesi

AŞKIN DİKENLİ YOLLARINDA




            Gün batımına doğru ilerliyordum sessiz, yorgun ve kırgın bir şekilde. Dikenli yollarda yürüyordum; ayaklarıma dikenler batıyordu ama aldırmıyordum kalbimin sızısı bu acıyı bastırıyordu. Aklım uçmuş gitmişti başımdan gaipten sesler duyuyordum. Hafiften esen rüzgâr mı kulağıma bir şeyler fısıldıyordu yoksa gökteki bulutlar mı bana sesleniyordu anlayamıyordum. Yürüyordum sadece yürüyordum; gün batımına doğru ilerliyordum.
           
            Bir dere gördüm ileride. Gittim oturdum derenin kenarına. Ayaklarımın acısını hissettim oturduğum anda. Dikenler esir almıştı ayaklarımı adeta. Dikenleri çıkarmaya karar verdim ayaklarımdan. Ama sonra düşündüm çıkarmak doğru bir karar mı diye? Tereddüte düştüm. Öyle bir tereddüttü ki bu, sanki bedenimi bu tereddütün sarmaşıkları esir almıştı. Düşündüm ve karar verdim. Dikenleri çıkarmanın aşkıma ihanet olduğunu düşündüm ve çıkarmamaya karar verdim. Çünkü o dikenler aşkımın bana emanetiydi ve onları çıkarmak emanete yapılacak bir ihanetti.

            Kalktım, yürümeye başladım. Kızgın toprak ayaklarıma ve tüm bedenime öyle bir his veriyordu ki volkan olup patlayasım geliyordu. Bir yandan kızgın toprak üzerindeki dikenler ayaklarıma batarken diğer yandan da düşündüm. Aşk nasıl bir şeydi? Aşk insana dikenli yollarda yalınayak yürümeyi öğretiyordu. Aşk insanı patlamaya hazır bir volkan hâline getiriyordu. Aşk öyle bir sarmaşıktı ki tüm bedenini esir alıyor; elmanın içindeki kurt gibi seni içten içe kemiriyor; benliğinden uzaklaştırıyor; seni "Mecnun"a döndürüyordu. "Aşk" oysaki üç harflik bir kelimeydi. Tuhaf ki bu üç harf insanı kor ateşlerin içine atıyordu. Aşk üç harf bir kelime... Neler de yaptırıyordu insana.

            Neydi aşk neydi aşkın efsunlu dünyası? Yalınayak dikenli yollar üzerinde yürümek mi? Kışın buz gibi suyla abdest alıp camiye koşmak mı?  Burnunu kırarcasına, alnını acıtırcasına secdeye varmak mı? Mecnun gibi çöllere düşüp kurtlarla, kuşlarla, ceylanlarla arkadaşlık etmek mi? Aşkının hayaliyle yetinmek mi? Ferhat gibi dağları taşları delmek mi ? Tüm bedeni, ruhu saran, insanın aklını başından alan zehirli bir sarmaşık mı yoksa bir şifa mı? Düşündüm, düşündüm, düşündüm. Bulamadım. Sonra büyük bir gürültü koptu ve sıçrayarak uyandım. Gök gürlemişti ve dışarıda bardaktan boşanırcasına yağmur yağıyordu. Dikenler, kızgın toprak, sarmaşıklar, aşk buhranı ve gün batımı hepsi bir rüyadan ibaretti. Yatağımdan kalktım ama yürümekte zorluk çekiyordum. Çünkü sol yanım sızlıyor ve ayaklarımı yere basamıyordum. Ayaklarım diken batmışçasına acıyordu.


18 Eylül 2016 Pazar

NİÇİN ROMAN OKUMALIYIZ?






            -Zaman kaybı!
            -Roman okuyup ne yapacaksın?
            -Boş şeyler bunlar! Otur dersine çalış!

            Bunun gibi romanı küçümseyen, aşağılayan birçok ifade duymuşuzdur hayatımızda. Siz kulak asmayın onlara. Okuyun, sabaha kadar okuyun. İşten gelince yorgun argın da olsanız okuyun. Mimar da olsanız doktor da olsanız mühendis de olsanız okuyun romanı. Oku arkadaşım! Al eline bir roman hayal gücünün derinliklerine dal. Dil kabiliyetini geliştir. Bihruz Bey gibi, Ahmet Cemil gibi, Ahmet Celâl gibi, Mümtaz gibi, Raskolnikov gibi, İnce Memed gibi arkadaşlar edinirsin roman okuyunca. Kimi zaman "Araba Sevdası"ndaki Bihruz'un aptallıklarına, gülünçlüklerine şahit olursun kimi zaman da bir "yaban"ın nasıl yaşadığını öğrenirsin "Yaban"daki Ahmet Celâl'i tanıyınca. "Suç ve Ceza"daki Raskolnikov'un vicdan muhasebesi belleğinde yer edinir. Yaşar Kemal'in "Teneke" adlı romanında ağalara, eşrafa boyun eğmeyen kaymakamın arkasından tenekeler çalınarak köyden uğurlanışına üzülürsün. Ahmet Hamdi Tanpınar'ın "Huzur"undaki Mümtaz gibi huzuru ararsın. Huzurun nerede olduğunu, ne demek olduğunu kendine sormaya başlarsın. "İnce Memed"i görünce "soylu eşkiya"nın nasıl olduğunu, kötülüklere, haksızlıklara başkaldırmanın ne demek olduğunu öğrenirsin. (Soylu eşkiya Berna Moran'ın tabiridir.)

            Roman bizim için hayatımıza açılan bir düş penceresidir. O düş penceresinden hayatımıza ne rüzgârlar girmez ki! Romanı ayrıca sonu belli olmayan limanlara doğru açılan bir "hayal gemisi"ne benzetebiliriz. Biz roman okuyunca o hayal gemisine binip belleğimizde derin izler bırakacak, belleğimizi bütünüyle etkileyecek olaylara yelken açarız. Söz deryasına kapılıp rüyalara daldığımız bir sahadır roman.

            Roman için "düş penceresi" ve "hayal gemisi" ifadelerini kullandım. Peki roman gerçekleri yansıtmaz mı? Elbette yansıtır. Ülkemizin geçirdiği buhranları, siyasi, sosyal, kültürel değişim ve gelişmeleri romanlar sayesinde edebi bir zevk ve estetik çerçevesinde öğreniriz. "Çok partili hayata geçiş denemeleri"ni Kemal Tahir'in "Yol Ayrımı"nda; doğu-batı sorununu Peyami Safa'nın ve Tanpınar'ın romanlarında, Osmanlı Devleti'nin kuruluş sürecini Kemal Tahir'in "Devlet Ana"sında ve Tarık Buğra'nın "Osmancık"ında öğreniriz.

            Naçizane fikrim roman hayatımızın parçası olmalı. Çünkü romanlar insana hayal dünyasının kapılarını da açar hayat dersi de verir. Neyse kafanızı fazla şişirmeyeyim. Herkese iyi okumalar...

16 Eylül 2016 Cuma

Kapıyı Vuran Kim?



                Rasim Özdenören "Denize Açılan Kapı" adlı öykü kitabında "Kapıyı Vuran Kim"e piyes olarak yer vermiştir. Piyeste "Ana" için "Yaşı hiç önemli değil, çok genç bile olabilir" demiş Özdenören. Yani yazar burada bize "ana" karakteri üzerinden ölümü işaret ediyor. Bir düşünelim ölümü. Söz konusu ölüm olunca yaş hiç önemli değil. Yaş ne olursa olsun ansızın geliverir ölüm. Rasim Özdenören bunu anlatmak istemiş bize.

               Piyeste yer alan Ahmet karakteri "eskime" kavramından söz ediyor. Ahmet şöyle diyor:

               " (...) Tıraş olsam mı acaba? Evet tıraşlı olarak yola çıkmak daha güzel. Tazelik. Güneş kadar taze ve eskimemiş. Fakat bizim yaptığımız eskimişliği örtmek. Eskiyoruz aslında, ama tıraş olarak gizliyoruz eskimeyi (Özdenören 2015:9).

               Peki hiç düşündünüz mü? Bir erkek tıraş olarak, takım elbise giyerek, kravat takarak ya da bir kadın makyaj yaparak acaba eskimişliğini örtmeye mi çalışıyordur? Bir düşünelim bence.

               Ahmet sevgiden, tükenmeden de bahsediyor bize:

               " (...) Ben neyi sevdiğimi biliyor muyum? Galiba tükeniyor, sevgi de tükeniyor, her şey de. Bir çaresi olmalı tükenmeyi önlemenin." (Özdenören 2015:10)

               Hakikaten var mıdır acaba tükenmenin, tüketmenin bir çaresi? Hakikaten her şeyi tükettiğimiz gibi sevgiyi de mi tükettik? Sevgiyi de mi tükenen bir meta haline getirdik?

               Ahmet, eskime, sevgi ve tükenmeden sonra bir de ölüm üzerine felsefe yapıyor. Ahmet'i dinleyelim:

               " (...) Tekrarı mümkün olmayan tek gerçek var, ölüm. ( Kitaplara bakar). Bunlarsa yaşamayı anlatıyor. Yavanlıkları bundan olsa gerek. Bilmemiz gereken tek gerçeğe yaklaşan bile yok. (Küskün bir sesle) Asıl şaşılacak olan şey budur işte" (Özdenören 2015:12).

               Yukarıda da değindiğim gibi bu piyes "ölüm" teması üzerine kurgulanmış ve piyesin sonunda "ölüm"e bürünmüş "ana" kapıya vurur ve oğlunu çağırır:

               "AHMET: (...) Diyebilirim ki bütün ömrüm hazırlık yapmakla geçmiştir. Karar verdiğim şeyleri yapmak için. Onun için kararsızım ve.. hazırlıksızım. (Kapı vurulur, bir an durup kapıya bakar). Kim o?

                ANA: (...) Benim yavrum. Ben.. ölüm.

               (...)

                ANA: Hazır mısın yavrum?

                AHMET: (...) Hiçbir zaman hazır olamayacağıma göre hazır sayılırım anacığım. ( Biraz heves ve ümitle). Yalnız.. yalnız tıraşımı bitirebilir miyim? 

                ANA: Lüzumu yok yavrucuğum."    (Özdenören 2015:14)

                İşte ölüm... Rasim Özdenören büyük bir ustalıkla alegorik bir biçimde ölümü böyle anlatıyor. Ansızın gelen ölüm fikir ve his dünyamızda böyle canlanıyor.

               Not: Ölümü bize en iyi bir şekilde Cenab-ı Allah anlatır hem Yüce Kitabımız Kur'an-ı Kerim'de hem de hayatın her safhasında. Ölümü bir an bile aklımızdan çıkarmamak dileğiyle...



                KAYNAK: ÖZDENÖREN Rasim (2015). Denize Açılan Kapı, İstanbul: İz Yayıncılık

















  


Popüler Yayınlar

Blog Listem