19 Eylül 2016 Pazartesi

AŞKIN DİKENLİ YOLLARINDA




            Gün batımına doğru ilerliyordum sessiz, yorgun ve kırgın bir şekilde. Dikenli yollarda yürüyordum; ayaklarıma dikenler batıyordu ama aldırmıyordum kalbimin sızısı bu acıyı bastırıyordu. Aklım uçmuş gitmişti başımdan gaipten sesler duyuyordum. Hafiften esen rüzgâr mı kulağıma bir şeyler fısıldıyordu yoksa gökteki bulutlar mı bana sesleniyordu anlayamıyordum. Yürüyordum sadece yürüyordum; gün batımına doğru ilerliyordum.
           
            Bir dere gördüm ileride. Gittim oturdum derenin kenarına. Ayaklarımın acısını hissettim oturduğum anda. Dikenler esir almıştı ayaklarımı adeta. Dikenleri çıkarmaya karar verdim ayaklarımdan. Ama sonra düşündüm çıkarmak doğru bir karar mı diye? Tereddüte düştüm. Öyle bir tereddüttü ki bu, sanki bedenimi bu tereddütün sarmaşıkları esir almıştı. Düşündüm ve karar verdim. Dikenleri çıkarmanın aşkıma ihanet olduğunu düşündüm ve çıkarmamaya karar verdim. Çünkü o dikenler aşkımın bana emanetiydi ve onları çıkarmak emanete yapılacak bir ihanetti.

            Kalktım, yürümeye başladım. Kızgın toprak ayaklarıma ve tüm bedenime öyle bir his veriyordu ki volkan olup patlayasım geliyordu. Bir yandan kızgın toprak üzerindeki dikenler ayaklarıma batarken diğer yandan da düşündüm. Aşk nasıl bir şeydi? Aşk insana dikenli yollarda yalınayak yürümeyi öğretiyordu. Aşk insanı patlamaya hazır bir volkan hâline getiriyordu. Aşk öyle bir sarmaşıktı ki tüm bedenini esir alıyor; elmanın içindeki kurt gibi seni içten içe kemiriyor; benliğinden uzaklaştırıyor; seni "Mecnun"a döndürüyordu. "Aşk" oysaki üç harflik bir kelimeydi. Tuhaf ki bu üç harf insanı kor ateşlerin içine atıyordu. Aşk üç harf bir kelime... Neler de yaptırıyordu insana.

            Neydi aşk neydi aşkın efsunlu dünyası? Yalınayak dikenli yollar üzerinde yürümek mi? Kışın buz gibi suyla abdest alıp camiye koşmak mı?  Burnunu kırarcasına, alnını acıtırcasına secdeye varmak mı? Mecnun gibi çöllere düşüp kurtlarla, kuşlarla, ceylanlarla arkadaşlık etmek mi? Aşkının hayaliyle yetinmek mi? Ferhat gibi dağları taşları delmek mi ? Tüm bedeni, ruhu saran, insanın aklını başından alan zehirli bir sarmaşık mı yoksa bir şifa mı? Düşündüm, düşündüm, düşündüm. Bulamadım. Sonra büyük bir gürültü koptu ve sıçrayarak uyandım. Gök gürlemişti ve dışarıda bardaktan boşanırcasına yağmur yağıyordu. Dikenler, kızgın toprak, sarmaşıklar, aşk buhranı ve gün batımı hepsi bir rüyadan ibaretti. Yatağımdan kalktım ama yürümekte zorluk çekiyordum. Çünkü sol yanım sızlıyor ve ayaklarımı yere basamıyordum. Ayaklarım diken batmışçasına acıyordu.


8 yorum:

  1. Blogunuzu takibe aldım, güzel bir yazı olmuş emeğinize sağlık .

    YanıtlaSil
  2. Aşk hem gül hem dikendir
    seven sevdiğinin gönlüne gül dikendir.
    Takipçiniz oldum, siz de beni takip ederseniz memnun olurum.
    http://erhantigli.blogspot.co.at/

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Hoş geldiniz. Teşekkürler :) Tabii ki hemen uğruyorum :)

      Sil
  3. Ahhh o dikenler , yüreğe batıranlar

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Sormayın :) O yüreğe batanlar hiç çıkmıyor... Teşekkürler :)

      Sil
  4. Blogumda bir aralar nacizane bir mim başlatmış idim, "Yorum Yağmuru" adı altında... Takipte olduğum blogların ilk yayınlarından itibaren bütün yayınlarına yorum yapıyorum.

    Bana göre aşk, Fuzuli'nin;

    “Ger ben ben isem nesin sen ey yâr
    Ger sen sen isen neyim men-i zâr ”

    dizelerinde gizli...

    Yayın için teşekkürler!

    YanıtlaSil

Popüler Yayınlar

Blog Listem