Edebiyat etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Edebiyat etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

16 Ocak 2022 Pazar

Kısa Kısa Notlar: Okumak ve Roman


Okumak:

Sayarak bitirmemiz mümkün değil aslında okumanın yararlarını. Ama yine de kısaca bir giriş yapalım. Hayatı anlamanın ve anlamlandırmanın, yeni bakış açıları kazanmanın, bilgi ve düşünce evreninde kendine yer edinmenin, keşifler yapabilmenin, her açıdan yenilenebilmenin biricik anahtarı okumaktır. Okuyan insan hem düşünce dünyasını zenginleştirir hem de hayal dünyasına yepyeni halkalar ekler. Ama her kitap, her eser bu işlevi görebilir mi? Bu sorunun cevabı elbette kişiden kişiye değişir. Ama çoğu insan her kitabın bu işlevi göremeyeceğini söyler ve nitelikli kitapların bizi ileriye götürebileceğini savunur. Ama bazı insanlar da en kötü eserde bile insanın gelişimine katkı sağlayabilecek küçük de olsa bir olumlu noktanın olabileceğini savunur. Bu noktada sanırım görebilmek önemli, okurken olumlu olan noktaları görüp onları adeta cımbızla çekebilmek...

İlginizi Çekebilir: Kitap Okumak İçin 21 Önemli Neden

Roman:

Kimi zaman bir düş penceresi, kimi zaman da toplumu, toplumun geçirdiği değişimleri anlamanın en iyi rehberi... Kitap kurtları bilir, roman tanımı kolay olsa da aslında tanımı yapılamayacak bir tür... Çünkü romanı herhangi bir kalıba sığdıramayız. Hayal midir, gerçek midir, yoksa sınırları belli olmayan geniş bir dünya mıdır, gerçekten bazen bilinmez. Ancak şunu biliriz ki, roman okumak insan için bir ihtiyaçtır. Nitelikli, insanı çoklu düşünmeye yönlendiren ve insana hayal dünyalarının kapılarını cömertçe açan romanlar insanın muhakeme yeteneğini geliştirir ve insanın hayal dünyasında çiçekler açtırır. İnsana günlük hayatta deneyimleyemediği olaylar yaşatır ve günlük hayatta göremeyeceği insanlarla tanışma fırsatı verir. Kısacası roman bazı insanlar için bir hiçliği ifade etse de kitap kurtları için aslında her şeydir.

İlginizi Çekebilir: Niçin Roman Okumalıyız?

Okumayı hayatınızın merkezine almanız dileğiyle, herkese keyifli okumalar...

26 Temmuz 2020 Pazar

10 Maddede Peyami Safa'nın Edebi Kişiliği ve Eserleri


"Öyle bir yaşta idim ve öyle bir mizaçta idim ve çocukluğumda o kadar az oyun oynamıştım ve aldatmasını o kadar az öğrenmiştim ki, yalan bana suçların en ağırı gibi geliyordu; ve bir yalan söylendiği zaman insanların değil, eşyanın bile buna nasıl tahammül ettiğine şaşıyordum." /Peyami Safa/Dokuzuncu Hariciye Koğuşu 

Peyami Safa'nın Edebi Kişiliği

1) Türk edebiyatında mühim bir yere sahip olan romancı ve fikir insanı Peyami Safa, yazdığı eserlerle geçmişten günümüze ışık tutmuş, yaptığı önemli tespitlerle kalıcı olmayı başarmıştır. 

2) 1899'da İstanbul'da doğan sanatçının babası şair İsmail Safa, annesi ise Server Bedia Hanım'dır. Çocukluğunu büyük zorluklar içerisinde geçiren Peyami Safa adını "Asrın Hikâyeleri" adlı yazılarıyla duyurmuştur.  

3) Para kazanma kaygısıyla yazdığı yazılarında annesinin adından ilham alarak oluşturduğu "Server Bedii" takma adını kullanmış ve "Cingöz Recai" adlı polisiye roman dizisiyle büyük bir ses getirmiştir. 

4) Hayatında kırk yılı aşkın bir süredir yazarlık yapmış olan sanatçının ilgi alanları geniş olmuştur. Sanata, edebiyata, psikolojiye, felsefeye ve sosyolojiye ilgi duyan yazar eserlerinde bu konulara geniş olarak yer vermiştir. 

5) Eserlerinde yaptığı psikolojik tahliller onun en belirgin özelliğidir.

6) Küçükken sağ kolunda çıkan kemik veremi hastalığı nedeniyle kendisini ilaçların, doktorların, hasta bakıcılarının arasında bulan Peyami Safa, geçirdiği bu zor günleri otobiyografik romanı "Dokuzuncu Hariciye Koğuşu"nda derin psikolojik tahlillerle anlatmıştır. 

7) Tıp öğrenimi görürken bunalıma giren ve felsefeye yönelip mistik bir dünya görüşü kazanan bir genci anlattığı "Matmazel Noraliya'nın Koltuğu" adlı romanında yine derin psikolojik tahliller yapmıştır. 

8) "Fatih-Harbiye" adlı romanında Doğu-Batı çatışmasını Neriman-Şinasi-Macit üçlüsü ve musiki üzerinden anlatmıştır. 

9) "Eğitim-Gençlik-Üniversite" adlı eserinde gençlerin eğitimine değinen yazar "hayat boyu eğitim"i savunmuştur. Eğitimin hayat boyu süren bir etkinlik olduğuna dikkat çekmiştir. 

10) Peyami Safa'nın Eserleri: 

Roman: Dokuzuncu Hariciye Koğuşu, Matmazel Noraliya'nın Koltuğu, Fatih-Harbiye, Canan, Şimşek, Sözde Kızlar, Atilla, Mahşer, Bir Tereddüdün Romanı, Yalnızız, Biz İnsanlar, Bir Genç Kız Kalbinin Cürmü, Gençliğimiz...

İnceleme-Deneme: Eğitim-Gençlik-Üniversite, Türk İnkılabına Bakışlar, Felsefi Buhran, Nasyonalizm, Mistisizm, Millet ve İnsan...

İlginizi Çekebilir: Ahmet Hamdi Tanpınar'ın Edebi Kişiliği ve Eserleri

Bedri Rahmi Eyüboğlu Kimdir? Hayatı, Edebi Kişiliği ve Eserleri


18 Mayıs 2020 Pazartesi

Edebiyat Günlükleri: Kitap Önerileri-1


Foto Kaynak: https://www.pexels.com/photo/book-book-pages-bookcase-browse-415071/

Kitap okurken kimi zaman kendinizi köylülerin, ağaların, ırgatların, doğanın, çiçeklerin, ağaçların, kuşların, böceklerin, berrak suların içinde bulursunuz. Kimi zaman da toplum içinde daha doğrusu kalabalık yığınların içerisinde yalnızlaşmış ve içinde bulunduğu topluma yabancılaşmış, kendi doğrularını yaşayan, kendine has düşünceleri olan kahramanların dünyasında bulursunuz kendinizi. Roman ve öykü okursanız kendinizi sınırları konulmamış bir hayal âleminde bulursunuz. Hiç yaşamadığınız daha doğrusu yaşayamadığınız hayatları yaşar, bu hayatlar içinde kendinize sığınaklar inşa edersiniz. 

"Hayal âlemi insanı aldatır, insana vakit kaybettirir" diyorsanız gerçekliğe, gerçekliğin merkezine atarsınız kendinizi. Düşünce yazıları okursunuz, hayata farklı açılardan bakabilmek için. 

"Gerçek hayattan sıkıldım, bana olağanüstülükler lazım" diyorsanız bilimkurgu kitapları okuyup hayalin, tekniğin ve teknolojinin iç içe geçip kurmaca bir yapıya büründüğü eserleri okursunuz. 

İşte kitapların dünyası böyle bir dünya... Kimi zaman hayal âlemine gönderir kimi zaman da düşündürür sizleri. Yazıma son vermeden önce sizlere kitap önerileri sunmak istiyorum. İşte buyrun gelsin kitaplar: 

1) Oğuz Atay - Korkuyu Beklerken 
2) Stefan Zweig - Satranç 
3) Ahmet Hamdi Tanpınar - Huzur 
4) Yaşar Kemal- Teneke 
5) Cengiz Aytmatov - Toprak Ana 
6) Reşat Nuri Güntekin - Acımak 
7) Mustafa Kutlu - Hayat Güzeldir 
8) Grigory Petrov - Beyaz Zambaklar Ülkesinde 
9) Sabahattin Ali - Kuyucaklı Yusuf 
10) Sait Faik Abasıyanık - Semaver 

Kitapların değerini bilelim. Herkese iyi okumalar...

8 Ağustos 2019 Perşembe

Edebiyat Günlükleri: Edebiyatın Alt Dalları

Foto Kaynak: https://www.pexels.com/photo/book-book-pages-browse-education-267586

Edebiyatın bir bilim dalı mı yoksa güzel sanatların bir kolu mu olduğu edebiyat araştırmacıları tarafından ele alınmış ve tartışılmıştır. Edebiyat hem bir bilim dalıdır hem de güzel sanatların bir koludur. Bir bilim dalı olan edebiyatın alt dalları vardır. Bu dalları şöyle sıralayabiliriz: Edebiyat kuramı, edebiyat tarihi, edebiyat eleştirisi, edebiyat sosyolojisi ve edebiyat eğitimi.

Edebi eserler gerçeği yansıtmak zorunda mıdır? Cevabını merak ediyorsanız buradan okuyabilirsiniz. 

Edebiyat Kuramı: Edebiyatı hem sanat hem de bir bilim olarak ele alan, edebi eserlerin kurallarını ve doğuş sebeplerini araştıran alandır. Edebi türlerin (roman,öykü vb.) özelliklerini ve sınırlarını da belirler.

Edebiyat Tarihi: Geçmişten günümüze edebiyatı, edebiyatın geçirdiği değişimleri, edebi dönemleri, edebi eserleri, bu eserleri kaleme alan sanatçıları tarih biliminin yöntemlerini kullanarak kronolojik bir sırayla inceleyen bir alandır.

Edebiyat Eleştirisi: Edebi tenkit ve edebi eleştiri olarak da adlandırılan bu alan kendisine bir edebi eseri, türü veya herhangi bir edebi objeyi seçer ve belirli kıstaslar çerçevesinde o eserin, türün veya objenin eksiğini veya fazlasını ortaya koyar. Başka bir deyişle edebiyat eleştirisi edebiyata ait herhangi bir objeyi değerlendirir ve ona kıymet biçer.

Edebiyat Sosyolojisi: Edebiyat, toplum hayatından etkilenen bir alandır. Edebi eserler genellikle sosyal hayatın içinden çıkarlar. Başka bir deyişle sanatçı edebi eserini kaleme alırken sosyal hayattan olabildiğince faydalanır. Sosyoloji ise toplum hayatını, sosyal yapıyı enine boyuna inceleyen bir bilim dalıdır. Edebiyat sosyolojisi de edebiyat-toplum, eser-toplum ilişkisini irdeleyen bir alandır.


Edebiyat Eğitimi: Edebiyat eğitiminde temel amaç toplumu oluşturan bireylerin seçkin edebi eserler ve bu eserlerin sanatkârlarıyla tanıştırılmasıdır. Bu yolla bireyler kendi edebiyatının ve kültürünün en halis, en özel ürünlerini tanımış olurlar. 

Yazıma son vermeden önce "Edebiyatta Saptırma" adlı yazımı okumak isterseniz lütfen tıklayınız. Bir başka yazıda görüşmek üzere...

11 Temmuz 2019 Perşembe

Edebiyat Günlükleri: Edebiyatta Saptırma

Foto Kaynak: https://www.pexels.com/photo/pile-of-books-159866/


"Günümüzde hemen her şey meta (ticaret konusu) haline getirilmiş  ya da getirilmektedir. (...)

Spor etkinlikleri artık bir ticaret konusudur. İnsan vücudunun geliştirilmesi ile ilgili bir etkinlik alanı olmaktan, spor yapan kişiyi birey olarak ilgilendiren bir çaba olmaktan çıkmıştır. Sporun özendirici motiflerinden birisi olan masum ve amatörce yarışmalar artık kitlelerin parasını çekebilmek için kullanılan bir tuzak haline getirilmiştir.

(...) Çok değil, daha on yıl öncesinde edebiyat etkinlikleri amatör edebiyat dergilerinin çevresinde yürütülürken bugün aynı etkinlikler yavaş yavaş sermaye çevrelerinin pençesine düşmektedir. Burada ilgi çekici bir nokta var: Sermaye çevreleri, el atmak istediği edebiyatın temel iletisi (mesajı) ile ilgilenmiyormuş gibi bir görüntü veriyor. Çünkü bu çevrelerin ilgi alanı yayınlanmasına aracı olduğu edebiyatın içeriğinden çok, onun para getirebilmesi keyfiyeti.

Tıpkı sporda olduğu gibi: spor nasıl artık insan vücudunu geliştirmekten çıkartılmış, daha doğrusu insan vücudunun marifetleri nasıl bir ticaret konusu haline getirilmişse, edebiyat da, içeriği ne olursa olsun, onun para getirip getirmeyeceği noktasından ilgi çekmeye başlamıştır. (...)"

(Rasim Özdenören-Ekim 1982- Ruhun Malzemeleri- Edebiyatta Saptırma başlıklı yazısından)

Evet, değerli okurlar; eskiden öyle olduğu gibi şimdi de böyle. Değişen bir şey yok. Spor etkinlikleri artık tamamen paranın esaretinde. Eskiden televizyon ekranlarında şifresiz izlediğimiz spor müsabakalarının çoğu artık şifreli kanallardan yayınlanıyor. Stadyumlarda izleyelim desek bilet fiyatları cep yakıyor. Yani paranız yoksa maç da izleyemiyorsunuz.

Edebiyata gelince... Günümüz edebiyat eserlerinin çoğu nitelikten yoksun, popüler kültürün esiri olmuş durumda. Rasim Özdenören'in de o dönem söylediği gibi günümüzde de edebiyat eserlerinin vermek istediği temel iletiden çok o eserin para getirip getiremeyeceği konusu daha önemli halde.

Bir dönem Ahmet Hamdi Tanpınar, Peyami Safa, Yakup Kadri, Halide Edip, Orhan Kemal, Yaşar Kemal, Oğuz Atay gibi değerli ve nitelikli edebi eserlere imza atan güzide edebiyatçılarımızın önemli bir yere sahip olduğu edebiyatımız bugün neredeyse tamamen maddi kazancın ve popüler kültürün etkisi altında. Yanlış anlaşılmasın. Maddi kazanç elde edilmesin demiyorum. Ben para kazanma uğruna değerlerin çiğnenmesine karşıyım. Para kazanma uğruna niteliğin ve seviyenin düşmesine karşıyım. Para kazanma çılgınlığının insanı insanlıktan uzaklaştırmasına karşıyım.


Değerli okurlar; her insanın okuma zevki farklıdır. Kimi insan nitelikli yapıtları okur, kimisi ise popüler kültürün etkisiyle oluşturulmuş yapıtları okur. Kimse kimsenin zevkine karışamaz. Ben söz varlığımı geliştiren, insanı düşünmeye ve sorgulamaya sevk eden, insanın ufkunu açan nitelikli edebiyat eserlerini okumayı tercih ediyorum. Beni kaygılandıran durum yazımda da belirttiğim gibi niteliğin ve seviyenin giderek düşmesi. Yazımı bitirmeden önce şunları da sözlerime eklemek istiyorum: Türk edebiyatının özellikle öykü ve deneme türlerinde güçlü kalemlerinden olan Rasim Özdenören yukarıda alıntıladığım yazıyı 1982 yılında kaleme almış. Üzülerek görüyorum ki o gün için geçerli olan şeyler günümüz için de geçerli. Yani aradan 37 yıl geçmiş, durum hâlâ aynı. Edebiyatta bırakın ilerlemeyi git gide seviye ve nitelik düşüyor ve geriliyoruz. Durum içler acısı...

9 Mayıs 2019 Perşembe

Bedri Rahmi Eyüboğlu Kimdir? Hayatı, Edebi Kişiliği ve Eserleri


Merhaba değerli okurlar. Bugünkü yazımda Türk edebiyatının değerli sanatçılarından Bedri Rahmi Eyüboğlu'nun hayatını, edebi kişiliğini ve eserlerini ele alacağım. Sözü fazla uzatmadan başlamak istiyorum.

-Bedri Rahmi Eyüboğlu sanat dünyasında ressam, şair ve yazar olarak bilinen bir sanatçıdır. 

-1911 yılında Giresun-Görele'de doğan sanatçı, 21 Eylül 1975'te İstanbul'da vefat etti. 

-İlk ve ortaöğrenimini Trabzon'da gören, daha sonra İstanbul Güzel Sanatlar Akademisini bitiren Eyüboğlu Paris'e gitti ve orada iki yıl boyunca ikamet etti. 

-1933 yılında yurda döndüğünde akademide öğretim üyesi olarak görev yapmaya başladı ve ölümüne kadar profesör unvanıyla görev yaptı. 

-Bedri Rahmi'nin küçük yaşlardan itibaren resme, şiire ve düzyazıya büyük bir ilgisi vardı. 

-Anadolu'nun yeri onda ayrıydı. Anadolu hayranlığı onun tüm eserlerine yansımıştı. 

-Modern resim görüşüne sıkı sıkıya bağlı olan sanatçı resimlerinde canlı renklere yer verdi. Resimleri capcanlıydı. 

-Şiirlerinde ise resimlerindeki renkler yerini gözalıcı sıfatlara bıraktı. 

-Akademideki resim öğretmenliği boyunca birçok öğrenci yetiştiren Eyüboğlu, çağdaş Türk resminin ilerlemesine büyük katkılarda bulundu. 

-Daha lise öğrencisiyken şiir yazmaya başlayan Bedri Rahmi, şiirlerini 1933'ten sonra çeşitli dergilerde yayımlattı. 

-Eyüboğlu'nun 1941'den itibaren şiir kitapları yayımlanmaya başlandı. 

-Bedri Rahmi, halk edebiyatına müthiş bir hayranlık duyuyordu ve yazdığı şiirlere de bu hayranlık yansıdı. Halk şiirinden aldığı ilhamla halk diline yaklaşma çabası içinde oldu. 

-Gezi ve deneme yazılarında ise akıcı, rahat bir dil kullandı. Bu yazılarında halk kültürü, halk sanatı konularındaki görüşlerini dile getirdi. 

Eserleri: 

Şiir: Yaradana Mektuplar, Karadut, Tuz, Üçü Birden, Dördü Birden, Karadut 69, Dol Kara-bakır Dol 

Gezi: Canım Anadolu, Tezek, Delifişek.

1 Nisan 2019 Pazartesi

Edebiyat Günlükleri: Uygarlık ve Edebiyat

Foto Kaynak: https://www.pexels.com/photo/books-on-bookshelves-1166657/


Merhaba değerli "Aylak Editör" okuyucuları. İsmim aylak olsa da aylaklık yapmıyor ve yazmaya devam ediyorum. Uzun süredir "Edebiyat Günlükleri" başlığı altında yazı yazmamıştım ve bugün yazmaya karar verdim, yazımı sizlerle paylaşıyorum. Bugün "Uygarlık ve Edebiyat" konusunu ele alacağım. Bu başlığı görenler benden uzun çözümlemeler yapmamı bekleyebilir. Ancak benim bu yazımda uzun çözümlemelere girmeye pek niyetim yok. Onun için kısa bir yazı yazıp sözü çok sevdiğim bir yazarın notlarıyla bitireceğim. İsterseniz yazıya uygarlığın tanımıyla başlayalım.

Uygarlık, bir ülkenin veya toplumun sahip olduğu maddi ve manevi eserlerin tümünü kapsayan bir kavramdır. Bu maddi ve manevi eserlerin içerisinde bilim, kültür-sanat ve teknolojiye ait ürünler yer alır. Edebiyat ise duygu ve düşüncelerin okuyanda estetik bir haz ve heyecan uyandıracak biçimde sözlü veya yazılı olarak dile getirilmesidir. Edebiyat ile uygarlık arasındaki ilişkiye değinirsek; edebiyatı uygarlığın bir türevi olarak tanımlayabiliriz. Edebiyat, uygarlığın bir parçasıdır ve ondan izler taşır. Söz konusu ülkenin veya toplumun uygarlık düzeyi ne kadar gelişmişse edebiyatın da gelişmişlik düzeyi o kadar yüksek olur. Çünkü edebiyatın, edebi eserlerin en önemli beslenme kaynağı söz konusu toplumun uygarlığıdır.

Uygarlık tanımda da belirttiğimiz gibi sadece maddi eserlerden oluşan bir yapı değildir. Onun temelini oluşturan şey kesinlikle özünde bulunan manevi atmosferidir. Bu konuda ünlü öykü yazarı ve düşünür -benim de çok sevdiğim bir yazar olan- Rasim Özdenören'in Mayıs 1977'de kaleme aldığı ve "Ruhun Malzemeleri" adlı kitabında yer alan şu sözlerine kulak verelim:

"(...) Kuşkusuz, uygarlık sırf maddi dışlaşmadan meydana gelmiş bir fenomen değildir. Bu maddi dışlaşmanın yanında, hatta ötesinde bir de onun telkin ettiği manevi bir ruh atmosferi vardır. Bu atmosfer, o uygarlığın her çeşit kurumunu sarmıştır, uygarlığın bütün atomlarına nüfuz etmiştir. Uygarlık dediğimiz fenomen belki asıl bu ruhi atmosferiyle varlık aleminde yer edinebilme hakkına ve haysiyetine sahip olabiliyor. Edebiyatı, uygarlığın bir türevi olarak düşünürken, uygarlığı asıl bu ruhi, manevi yapısı içinde değerlendirmek gerekiyor. Çünkü edebiyat, son çözümlemede aşkınlığını bu atmosfer içinde deneme ve gerçekleştirme girişimidir. Yoksa kuru, resmi bir belge değildir. Uygarlığın sınırları ne kadar geniş olursa, edebiyatın da o kerte bol beslenme kaynakları var demektir."

Yazıya son verirken şunları da eklemek isterim: Uygarlığı uygarlık yapan, edebiyatı edebiyat yapan, onlara değer katan, onları yücelten ve bize bağlayan yegane şey manevi ruh atmosferidir. Bunu söylerken de uygarlığın içerisinde yer alan maddi atmosferin reddedilemeyeceğini de söylemem gerekiyor.

Bu yazımda "Uygarlık ve Edebiyat" konusunu ele aldım. Sizin de bu konuda söyleyecekleriniz varsa yorum kısmından görüşlerinizi yazabilirsiniz. Bir sonraki yazımda görüşmek üzere...

19 Mart 2019 Salı

Kitap Okumak İçin 21 Önemli Neden


Merhaba değerli okurlarım. Bugün sizlere oldukça eğlenceli ve eğitici bir eylem olan "okumak" eylemiyle ilgili bilgi vermeye çalışacağım. Hep düşünürüz değil mi kitap okumanın faydalarını, okullarda öğretmenlerimiz de öğrencilerine dilleri döndüğünce kitap okumanın faydalarını anlatmaya çalışırlar; onlara okuma sevgisi aşılamaya çalışırlar. Bugün ben de elimden geldiğince sizlere bunu anlatmaya çalışacağım. İsterseniz başlayalım: 

Okuma eylemi, fiziksel ve zihinsel unsurların birleşmesiyle ortaya çıkan karmaşık bir etkinliktir. Gözler ve ses organları okumanın fiziksel yönünü, beynin görülenleri anlamlandırması ise okumanın zihinsel yönünü oluşturur.

Okuma bir anlama sürecidir. En iyi bilgi edinme yollarından birisidir. 

Öğrenmenin ve bilgi edinmenin en iyi yolu olan okuma eyleminin sayısız yararları var. Bu yazımda sizlere bu yararları açıklamak istiyorum. İşte kitap okumak için 21 önemli neden:

1) Okudukça kelime hazinemiz zenginleşir. Kelime hazinemiz zenginleştikçe de anlama hızımız artar.

2) Okumak insanın kavrama ve muhakeme gücünü arttırır.

3) Okuyan insan, kişilere, olaylara ve durumlara farklı açılardan bakar. Sürekli farklı bakış açıları geliştirir.

4) Okuma eylemi insanın ufkunu genişletir.

5) Okumak insanı hem dil becerileri yönünden hem de kişilik yönünden geliştirir.

6) Okuyan insan sağlıklı bir düşünce sistemine sahip olur. Okumak insanın düşünce yapısını geliştirir.

7) Okumanın beyne olumlu etkileri yapılan bilimsel araştırmalarla kanıtlanmıştır.

8) Kitap okuyan insan kendisini yalnız hissetmez. Çünkü okudukça kendisine yeni arkadaşlar edinir. ( Özellikle roman ve öykü okuyunca)

9) Kitap okuyan insanın empati kurma yeteneği üst düzeyde olur. Okuyan insan kendisini roman veya öykü kahramanlarının yerine koyarak onların neler hissettiklerini kavrar.

10) Okumak insanın bilgisini, birikimini, kültürünü geliştirir ve genişletir.

11) Bir roman veya öykü okumak insanın hayal gücünü geliştirir.

12) Düşünen, konuşan, araştıran, sorgulayan ve yazan bir toplumun yolu okumaktan geçer. Okumayan toplum her alanda geri kalmaya mahkumdur. 

13) Düzenli olarak okuyan kişinin konuşma becerisi de gelişir. Okuyan insan konuşmalarında etkileyici ifadeler kullanarak insanları etkileyebilir. 

14) Okuma eylemi kişinin ikna etme becerisini geliştirir. Sürekli okuyan insan kelime hazinesinin zenginliğinden yararlanarak konuşmalarında doğru argümanları kullanır ve karşısındaki kişiyi ikna eder.

15) Okuyan insan okumayana göre daha iyi yazar. Yazılarını etkileyici ifadelerle süsler. 

16) Okumak insanı psikolojik açıdan da rahatlatır. Okumak kimi zaman bir terapi gibidir. İnsanı dinlendirir. İnsanı bir süreliğine de olsa sıkıntılarından uzaklaştırır.

17) Sürekli okuyan insanın analiz ve sentez gücü de üst düzeyde olur. 

18) Okuyan insan yaratıcı ve eleştirel düşünme becerisine sahip olur. Okumak kişinin bu yönlerini de geliştirir.

19) Okuyan insan farklı kültürleri tanıma fırsatı bulur. Farklı toplumların yaşayışı hakkında da bilgi sahibi olur. 

20) Okuma, yorumlama ve anlamlandırma gibi zihinsel süreçleri içerdiğinden dolayı insan zihninin daha aktif olmasını sağlar. 

21) Belki de en önemlisi kitap okumak insanı uyandırır. Düzenli olarak okuyan insan bilgilerin yanlışlığı veya doğruluğu hakkında sağlıklı hükümler verir. 

Değerli dostlar, kitap okumanın faydaları konusunda elimden geldiğince 21 madde oluşturdum. Tabi ki bu maddelerin sayısını artırabilirsiniz. Görüşlerinizi bekliyorum. Bir dahaki yazımda görüşmek üzere. 



3 Şubat 2019 Pazar

Zihnimde Hala Yazılmamış Cümleler Var


Günlük hayatın koşuşturması, bu koşuşturmanın içindeki kısır döngü, insanların samimiyetsizliği, çıkar ilişkileri onu darmadağın etmişti. Sıkıntılı,düşünceli ve yorgundu. Bir şeyler yapmalıydı. Yoksa dünyanın bu sıkıntılı, dalgalı, öfkeli okyanusunda kaybolup gidecekti. Evet, bir şeyler yapmalıydı. Tarihe bir not bırakmalıydı. "Zihnimde hala yazılmamış cümleler var" dedi kendi kendine. Yazmalıydı, eğer yazmasaydı delirecekti. Yazarsa geçerdi belki sıkıntıları. Oturdu, yazmaya çalıştı ancak yazamadı. Kendini toparlamaya çalıştı. Bugüne kadar kendisini bu denli sıkıntılı hissettiği hiç olmamıştı. Yine kendi kendine mırıldandı: "Zihnimde hala yazılmamış cümleler var." Sürekli bunu tekrar ediyordu. Kendisini motive etmeye çalışıyor ve yazmaya çalışıyordu. 

Peki ne yazacaktı? Yazabileceği şeyleri zihninden geçirdi: Kuşları, böcekleri, uçan kuştaki güzelliği, örümceğin ağ örüşünü, arının bal yapışını, keçinin inadını, karanfil ve yasemin kokularını, limon kabuğunun üzerinde şuursuzca dolaşan sineği, çelişkiler denizinde boğulan insanı, haksızlıkları, zulümleri, adaleti, hak ve hukuku anlatmalıydı. Ama içinde bulunduğu bu sıkıntılı durum onu yazmaktan alıkoyuyordu. Kendi iç dünyasında sürekli hesaplaşmalar içindeydi. Sorguluyordu hayatını, ruhsal kıvranışlar içerisindeydi. Bir an düşündü. Anlatmaya, yazmaya cesareti var mıydı acaba? Hadi diyelim bu sıkıntılı durumdan kurtuldu, silkindi ve kendine geldi, cesaretini topladı ve yazdı. Okuyanlar anlayacak mıydı onu? Bugüne kadar kimse anlamamıştı onun söylediklerini, yazdıklarını. Çevresi çok genişti ama kalabalık içerisinde kendini yalnız hissediyordu. 

Bir an sıkıldı ve elindeki kalemi bıraktı. Ceketini aldı ve dışarı çıktı. Yürüdü, sürekli yürüdü. Zihninde hala yazılmamış cümleler vardı ama o nereye gideceğini bilmeden sürekli yürüyordu. Kendisini bir sahil kenarında buldu ve beklemeye koyuldu. Hiç gelmeyecek bir gemiyi gelmeyeceğini bile bile sabırla beklemeye başladı. Beklerken birden gözleri karardı ve yere yığıldı. Bilincini kaybetti. Peki ya sonra? Sonrası meçhul...

Foto Kaynak: https://images.unsplash.com/photo

29 Kasım 2018 Perşembe

Bir İnsan Niçin Okumaz?


Merhaba arkadaşlar. Daha önceki bir yazımda "İnsan Niçin Okur?" sorusunun cevabını aramıştık. O yazıma buradan ulaşabilirsiniz. Bu yazımda da "Bir İnsan Niçin Okumaz?" ya da "Toplum Olarak Neden Okumuyoruz?" sorusunun cevabını arayalım. Biliyorsunuz ki okuma oranlarında gelişmiş ülkelere göre çok gerilerdeyiz. İsterseniz okumama nedenlerimizi aramaya başlayalım.

1) İnsanlar vakit bulamamaktan şikayetçi. "Okumaya vakit ayıramıyorum" bahanesi en popüler bahane bu konuda. Ancak bu bahaneye biz de şu karşılığı verebiliriz: İnsan televizyon izlemeye vakit ayırabiliyorsa okumaya da vakit ayırabilir. 

2) İnsanlar yorgun olmaktan da şikayetçi. Evet, doğrudur. İnsanlar sabahtan akşama kadar çalışıyorlar, geçim mücadelesi veriyorlar ve doğal olarak da yoruluyorlar, kendilerini yorgun hissediyorlar. Ama bence bu da geçerli bir bahane değil. Çünkü okumanın bana göre dinlendirici bir etkisi var.

3) Sosyal medya ve oyun bağımlılığı: Sosyal medya günlük hayatımıza o kadar çok yerleşti ki, çoğu insan için bu adeta bir bağımlılık haline geldi. Aynı şey bilgisayar ve telefon oyunları için de geçerli. Bu bağımlılıklar nedeniyle çoğu insan okumaya vakit ayıramıyor. 
Sosyal medya bağımlılığı okumaya engel


4) Okumanın insana ne gibi yararlar sağlayacağından haberdar olmayan insan okumaz. Aslında toplumumuzda okuma konusunda bir farkındalık yok. Bu nedenle toplum olarak okuma konusunda bir farkındalık oluşturmamız şart. 

5) Yetişilen ailede, yaşanılan toplumda okuma kültürünün olmaması da insanın okumamasında büyük bir etkendir. 

6) İnsanların birçoğu okuma eylemini maalesef gereksiz ve boş uğraş olarak görüyor, vakit kaybı olarak görüyor. 

7) Üşengeçlik ya da tembellik de insanın okumamasında etkilidir. 

8) Gözlerini bahane eden insanlar da çıkabilir karşımıza. Mesela "Okumaya başladığımda gözlerim sulanıyor, gözlerim yoruluyor" gibi bir savunmayla da karşı karşıya kalabiliriz. Ne hikmetse kitap okurken yorulan o gözler, televizyonun, bilgisayarın veya telefonun başındayken hiç yorulmaz. 

Okumama konusunda bazı nedenler bunlar. Bu nedenleri elbette çoğaltabiliriz. Biz okumayı sevenler olarak "İnsanlar otursun saatlerce kitap okusunlar" demiyoruz. İnsanlar en azından günde 10 sayfa kitap okusalar bu, haftada 70, ayda ise 280 sayfa eder. Çok zor bir şey değil aslında. 

Anlatacaklarım bu kadar. Siz de görüşlerinizi yazabilirsiniz. 


19 Kasım 2018 Pazartesi

Edebiyat Günlükleri: Edebiyat Dersleri Nasıl Olmalı?


Bu yazımda sizlere bir eğitimci olarak edebiyat derslerinin nasıl olması gerektiği hakkında bilgi vermek istiyorum. Daha doğrusu kendi fikirlerimi aktarmak istiyorum. 

Edebiyat, duygu ve düşüncelerin estetik bir formda anlatılmasıdır. Bu tanımdaki anahtar sözcük "estetik" sözcüğüdür. Öyleyse şöyle bir sonuca varabiliriz: Dersler "estetik" bir havada geçmeli. Kuramsal bilgi sınırlandırılmalı. Elbette sınavların önemli bir yer tuttuğu bir eğitim sisteminde kuramsal bilgilere ihtiyaç var. Ancak ben kuramsal bilgiye dersin 15-20 dakikasının ayrılması gerektiği kanaatindeyim. Fazla kuramsal bilginin üretkenliği öldürdüğü fikrini benimsiyorum. 

Edebiyat dersleri bana göre ilham verici, ufuk açıcı olmalıdır. Öyle bir edebiyat dersi yapılmalı ki sınıf bir şair ve yazar okuluna dönüşmelidir. Öncelikle derslerde öğrencilere usta şair ve yazarların eserleri okutulmalı. Okutulmalı ki öğrenciler usta şair ve yazarların dili nasıl ustalıkla kullandığını görebilsinler. Okutma faslından sonra öğrenciler yazı yazmaya teşvik edilmeli. Önce basit yazılar yazdırılmalı, sonra yazının niteliği kademe kademe artırılmalı. 

Bana göre öğretmenlerimiz derslerinde fırsat buldukça şiir dinletileri düzenlemeli. Ayda bir değil mümkün olan her zaman düzenleyebilmeli öğretmenlerimiz. Çünkü şiir çoğu zaman insanın ruhunun derinliklerindeki saklı hazineleri ortaya çıkarır. Şiir ilham verir insana. İnsana günlük hayatta görmediği, göremediği güzellikleri gösterir şiir. Bambaşka alemlere, rüya ve hayal dolu alemlere sürükler insanı. İnsanın içinde istemsizce hapsolduğu bir duygu dünyası, duygu evreni oluşturur. O yüzden bence şiir kesinlikle ihmal edilmemeli. 

Roman ve öykü de ihmal edilmemeli bence. Öğrenciler roman ve öykü okuyabilmeli, roman ve öykü okumaya teşvik edilmelidir. Öğretmenlerimizin burada yönlendirici vasfı çok önemli. Bir edebiyat öğretmeni Türk ve dünya edebiyatının en önemli eserlerini bilmeli, onları yakından tanımalı ve bu kıymetli eserleri öğrencileriyle buluşturabilmelidir. 

Hep yakınırız ülkemizde artık iyi sanatçılar, yazarlar, şairler yetişmiyor diye. Hep kaliteden dem vururuz. Edebiyatta, sanatta kalitenin düştüğünü dile getiririz. İşte yakınmamak için edebiyatta ve sanatta kaliteyi tekrar yükseltebilmek için çocuklarımızı, gençlerimizi üretkenliğe yöneltmeliyiz. Çocuklarımızı gençlerimizi üretkenliğe yöneltmek içinse özellikle edebiyat derslerini buna göre şekillendirmemiz lazım. 

Bugünkü anlatacaklarım bu kadar. Edebiyat günlükleri Allah kısmet ederse devam edecek. Görüşmek üzere...



14 Kasım 2018 Çarşamba

Edebiyat Günlükleri: Edebi Eserlerde Dil ve Edebiyat Gerçeği Yansıtmak Zorunda mıdır?


Bugünkü "Edebiyat Günlükleri" adlı yazı dizisinin ikinci konusu "Edebi Eserlerde Dil ve Edebiyat Gerçeği Yansıtmak Zorunda mıdır?"  Bugün bu konu hakkında sizlere bilgi vermeye çalışacağım. Bu yazı dizisinin ilk yazısını okumak isterseniz şuradan okuyabilirsiniz. İsterseniz bugünkü konumuza başlayalım.

Edebi Eserlerde Dil 

Edebi eserlerin kendisine özgü bir dili vardır. Sanatçı edebi eserinde günlük hayatta kullandığımız kelimeleri kullanır ancak bu kelimelere yepyeni, bambaşka anlamlar yükler. Bu kelimeler gerçek hayatta kullandığımız anlamdan uzaklaşır ve sanatçı yazdığı eserinde bu kelimelerle bambaşka bir dünya oluşturur. 

Edebi metinler duygu ve heyecan yüklü metinlerdir. Bir bilimsel metin özelliği taşımazlar. Bilindiği üzere bilimsel metinlerde dil açık, anlaşılır bir şekilde kullanılır. Edebi metinler duygu ve heyecan yüklü metinler olduğu için bu metinlerde dil, insanda heyecan ve estetik bir haz uyandırma amacıyla kullanılır. 

Edebi Eserler Gerçeği Yansıtmak Zorunda Mıdır?

Edebiyatın gerçeği yansıtıp yansıtmayacağı konusu geçmişten günümüze kadar hep tartışılmıştır. Bence edebiyat gerçeği yansıtmak zorunda değildir. Çünkü bir edebi eserin en önemli özelliği kurmaca metin olmasıdır. Ancak şunu söylemeliyim ki yazılan her edebi eser yazıldığı dönemin tarihi gerçekliğinden, zihniyetinden izler taşıyabilir. Ancak bu izler eserde olduğu gibi yansıtılmaz, yazarın hayal dünyasından geçerek eserde kendisine yer bulur. 

Bu yazımda edebi eserde kullanılan dile ve edebiyatın gerçeği yansıtıp yansıtmayacağı konusuna değindim. Bir dahaki "Edebiyat Günlükleri" dizisindeki yazımın konusu "Edebiyat Dersleri Nasıl Olmalı?" olacak. 

Görüşlerinizi yazabilirsiniz. Sağlıcakla kalın...

13 Kasım 2018 Salı

"İnsan Niçin Okur?" Adlı Yazım Hakkında


İnsan niçin okur? Hiç bu soruyu kendinize sordunuz mu? Ben sordum ve cevabını aramaya çalıştım. 

İnsan, bambaşka dünyaların, hayal alemlerinin kapılarını aralamak için okur. Anlama hızını artırmak, söz varlığını zenginleştirmek, bilgi edinmek, öğrenmek, konuşma ve yazma becerilerini geliştirmek, somut anlamda olmasa da soyut anlamda bambaşka dünyalarda, hayal alemlerinde gezintilere çıkmak amacıyla okur. İnsanın doğasında merak vardır. İnsan merakını gidermek için okur. 

Bu sorunun cevaplarını aradığım "İnsan Niçin Okur?" adlı yazım Bilgiustam.com'da yayınlandı. Siz de bu yazımı okumak isterseniz buradan okuyabilirsiniz. 

İlginizi Çekebilir: Kitap Okumak İçin 21 Önemli Neden

Görüşlerinizi yorum kısmından yazabilirsiniz. Görüşmek üzere...

25 Ekim 2018 Perşembe

Edebiyat Günlükleri: Edebiyat Hakkında


Sanat, duyguların resim, müzik, mimari vb. yollarla dışa vurulması olarak tanımlanabilir. Edebiyatı da güzel sözlerin insanlar üzerindeki etkilerini düşünürsek güzel sanatlar içerisinde değerlendirebiliriz. Edebiyat bir sanat dalıdır ve duyguların, düşüncelerin okuyanları duygulandıracak, heyecanlandıracak ve estetik bir haz meydana getirecek biçimde söz ya da yazıyla anlatılması olarak tanımlanabilir. Bu tanıma bağlı kalarak oluşturulan eserlere de edebi eser adı verilir. 

Tanımları yaptığımıza göre bir de edebiyatın görevine değinelim. Aslında edebiyatın birçok görevi vardır. Ancak ben bu yazıda sadece bir görevine değinmek istiyorum; o da edebiyatın yansıtma görevi... Edebiyatın dış dünyadaki gerçeklikleri yansıtma görevi vardır. Bu görevi fotoğraf sanatı da yerine getirir ancak edebiyatı bu konu içerisinde ele aldığımızda edebiyat bu yansıtma görevini çok farklı biçimde yerine getirir. Bir edebi eser meydana getiren bir sanatçı önce dış dünyadaki gerçeklikleri algılar ve bu algıladığı gerçeklikleri kendi hayal dünyasında yeniden kurgular ve bunları bambaşka bir kalıba sokar. Sanatçının burada yaptığı iş kurmaca bir dünya oluşturmaktır. Yani diyebiliriz ki edebiyatın temelini kurgusallık/kurmaca dünya oluşturur. 

Edebiyatın temelini oluşturan bir diğer kavram ise hayal gücüdür. Hayal gücünü kullanmayan bir sanatçı kesinlikle düşünülemez. Zaten işin içinde hayal gücü yok ise burada sanattan söz etmemiz mümkün değildir. Kurmaca dünyanın oluşturulabilmesi için çok iyi bir hayal gücü gereklidir.

Değerli dostlar, bugünkü anlatacaklarım bu kadar. Bugünden itibaren yeni bir yazı dizisine başladım. Her gün olmasa da fırsat buldukça "Edebiyat Günlükleri" adı altında yazılar yazacağım. Bu yazı dizisinde edebiyat, edebi eser, Türk ve dünya edebiyatının en seçkin yazarları ve kitaplar hakkında çeşitli değerlendirmelerim olacak. Edebiyatseverlerin ilgiyle takip edeceğini umuyorum. Lütfen takipte kalın:) 



7 Ekim 2018 Pazar

"Kitap Paylaşınca Güzel" Diyen Bir Yazar: Lidya Nasman


Size bu kısa yazımda "Kitaplar paylaşınca güzel" diyen bir yazardan bahsedeceğim. Adı Lidya Nasman. Öncelikle kısaca tanıtayım sizlere Lidya Nasman'ı.

20 Ağustos 1979'da İstanbul'da doğan yazar, Temmuz 2012'den beri Afrika ülkelerinde yaşıyor. Yazar önce Cezayir daha sonrasında Etiyopya'da edindiği izlenimleri, tecrübeleri "Aklı Üç Karış Havada" adlı eseriyle romanlaştırmış. 

Yazar Instagram üzerinden bir kampanya başlatmış. Kampanyanın adı "Kitap Paylaşınca Güzel". Bu kampanyaya göre "Aklı Üç Karış Havada" kitabı ülkemizin farklı şehirlerinde halka açık alanlara bırakılıyor bulan herkes okusun, kitaplar paylaşılsın diye. Hem de hiçbir ücret ödemeden... Okuyup bitirdikten sonra siz de bu kitabı başkalarının okumasına vesile olmak için seçtiğiniz herhangi bir yere bırakıyorsunuz. Böylece kitap elden ele dolaşmış oluyor ve birçok insan tarafından okunmuş oluyor. Ne güzel bir kampanya değil mi? 

Görüşlerinizi yorum kısmından belirtebilirsiniz. Görüşmek üzere. 



1 Ekim 2018 Pazartesi

Kitap Kurtlarının Dikkatine: Ekim Ayı Fırsatı


Okumak gerçekten çok büyük bir keyif. İyi ki kitaplar var. Ben de vakit buldukça kitap okumaya çalışırım. Günlük hayatın sıkıntılarından az bir süreliğine de olsa uzaklaşmak için gerçekten kitaplar birebir. 

Neyse, asıl maksadıma geleyim. Sevgili kitap kurtları sizlere bir fırsat haberim var. Kitapyurdu.com'da ekim ayı boyunca Falih Rıfkı Atay, Asa Lind, Mine Soysal, Sait Faik ve Jo Nesbo'nun kitapları indirimli. İşte bu da fotosu:


Beni özellikle Falih Rıfkı Atay ve Sait Faik Abasıyanık'ın kitaplarının indirimli olması heyecanlandırdı. Fırsatını bulursam almaya gayret edeceğim. Herkese kitap dolu günler ve keyifli okumalar:)


12 Mart 2017 Pazar

Gür Bir Ses: Vatan Şairi Namık Kemal

Namık Kemal vatan şairidir. Kimi çevrelerce de hürriyet şairi olarak da adlandırılır. Hür kelimesinden hürriyet kelimesini türettiği de edebiyat tarihçileri tarafından açıklanmıştır.

Vatan kelimesini bugünkü anlamda kullanan sanatçı Namık Kemal olmuştur. Divan şiirinde "sevgilinin yaşadığı yer" olarak tasvir edilen vatan Namık Kemal ile birlikte "bir milletin bedel ödeyerek, kanıyla, canıyla elde ettiği kutsal toprak" anlamıyla ele alınmıştır.

Namık Kemal'in gür bir sesi vardır. Üslubunda hiddet, heyecan ve bir haykırış vardır.

Halka sade bir dille yani başka bir deyişle halk diliyle seslenmeye gayret göstermiştir. Tiyatrolarında gayet sade bir sahne dili kullanmıştır.

Namık Kemal hece veznini savunmuştur. Ama çoğunlukla aruzu kullanmıştır. Bunda daha önce aldığı klasik edebiyat yani divan edebiyatı eğitiminin büyük bir rolü vardır.

Namık Kemal şiirlerinde şekil olarak eskiye bağlı kalmış ama içerik olarak şiirlerinde yeni kavramlara yer vermiştir. 

Tiyatro türüne büyük bir ilgi göstermiş ve bu alanda birçok eser kaleme almıştır. Zavallı Çocuk, Akif Bey, Gülnihal, Vatan yahut Silistre, Kara Bela ve Celalettin Harzemşah adlı eserleri vardır. Vatan yahut Silistre adlı tiyatro eserinin sahnelenmesi onun Malta'ya sürgün edilmesine yol açmıştır. 

Edebiyatımızda ilk edebi roman olan İntibah ve ilk tarihi roman olan Cezmi onun eseridir.

Şiir türünde Vatan Şarkısı, Vatan Mersiyesi, Hürriyet Kasidesi ve Vaveyla adlı eserleri vardır.

Eleştiri ya da makale olarak adlandırabileceğimiz eserler arasında Tahrib-i Harabat, Bahar-ı Daniş Mukaddimesi, Lisan-ı Osmani'nin Edebiyatı Hakkında Bazı Mülahazat-ı Şamildir adlı eserleri yer alır.

NOT: Tahrib-i Harabat adlı eseri Ziya Paşa'nın "Harabat" adlı antolojisine karşı yazdığı bir eleştiridir. 

25 Şubat 2017 Cumartesi

Türk Edebiyatında Yepyeni Bir Dönemin Kapılarını Açan Sanatçı: İbrahim Şinasi




 Batılı anlayıştaki Türk şiirinin kurucusu olan İbrahim Şinasi yaptıklarıyla bizlere Türk edebiyatında yepyeni bir dönemin kapılarını açmıştır. Onun temel amaçlarından biri konuşma dilini şiirimizde yaygınlaştırmaktır. Ancak bu çabasında pek başarılı olduğu söylenemez. Bu konuda Kenan Akyüz Modern Türk Edebiyatı'nın Ana Çizgileri  adlı kitabında şunları söyler:


"Şinasi'nin konuşulan Türkçeden yeni bir şiir dili yaratmak hususundaki çabası, bazen, XVI. asır şairlerinden Edirneli Nazmi'nin çabasını andırır. Amacı konuşulan dile yaklaşmak olduğu halde, biraz yaptığı denemenin yeniliğinden, biraz da sanatçı gücünün eksikliğinden gelme bir kudretsizlikle bu çaba oldukça verimsizleşir ve "sâfi Türkçe" ile yazdığı parçalarda bile dil konuşma dilinin canlılığına ve tabiiliğine erişemez."


Yukarıdaki ifadelere baktığımızda Kenan Akyüz'ün ifadelerinden İbrahim Şinasi'nin sanatsal yönünün zayıf olduğunu ve şiir dilini konuşma diline yaklaştırma çabasının bu nedenle başarısız olduğunu anlarız. 


İbrahim Şinasi 1859'da tercüme şiirlerini Terceme-i Manzume adı altında toplamıştır. Bu eserinde Lamartine'den, La Fontaine'den ve Racine'den tercümelere yer vermiştir. 1860'ta Agâh Efendi ile birlikte Tercüman-ı Ahvâl'i çıkarmıştır. Bu gazete ilk özel Türk gazetesidir. Şinasi daha sonra 1862 yılında tek başına Tasvir-i Efkâr'ı çıkarmıştır. 




Şiirlerini Müntahabat-ı Eş'ar adlı kitabında toplayan Şinasi, derlediği atasözlerini de Durub-ı Emsâl-i Osmâniyye adı altında toplamıştır. 



İbrahim Şinasi, şiirin içeriğini değiştirmiş; şiirlerinde Tanzimat'la birlikte ortaya çıkan hak, adalet, akıl, kanun gibi kavramlara yer vermiştir. Eski şiire sadece şekil bakımından bağlı kalmıştır. 


Bildiğimiz gibi divan şiiri süslü bir anlatımı olan, belirli kalıplara bağlı, vezin ve kafiye konusunda sert kurallara sahip, mazmunların hükmettiği bir şiirdir. Şinasi, şiirimizi bu noktadan alıp fikirlerin kol gezdiği bir noktaya getirmiştir. Yani başka bir deyişle Şinasi ile birlikte şiirimiz fikir ağırlıklı bir hale gelmiştir. Zaten Şinasi de bundan öteye gidememiştir. Edebiyat tarihçilerimiz Şinasi'yi duygu yönünden çok eksik bulmuştur. Onu edebiyatımızda (Tanzimat'tan sonraki) akılcılığın ilk temsilcisi olarak kabul etmişlerdir. 




İlk makaleyi yazan, noktalama işaretlerini ilk kez kullanan Şinasi aynı zamanda Batılı anlamda ilk tiyatro örneği olan Şair Evlenmesi'ni de yazmıştır. Şair Evlenmesi her ne kadar Batılı anlamda yazılmış ilk tiyatro örneği olsa da kahramanları, dili ve anlatımı itibarıyla tamamen yerli ve milli kimlik taşır. Şinasi, Şair Evlenmesi'ni yazarken geleneksel Türk tiyatrosunun unsurlarından da faydalanmıştır. 


Yararlanılan Kaynaklar: 

1) Kenan Akyüz- Modern Türk Edebiyatının Ana Çizgileri, 1995, İnkılâp Kitabevi

2) Şinasi'nin Düşünce Dünyası ve Mustafa Reşid Paşa'ya Yazdığı Kasidelerin Tematik Tahlili- Sibel Yılmaz- Gazi Türkiyat, Güz 2013/13: 157-185

25 Ekim 2016 Salı

ŞİİRE DAİR


                                                                   

 

Aklına geldi mi yazacaksın şiiri. Yazmadın mı sonra unutur gidersin. Aklındaki mısralar uçar gider hemen yazıya dökmezsen. Şiir anlıktır. Şiir, pencerenden giren güneş ışığıdır, karanfil, nane, kekik kokusudur, yağmurun sesidir, kar tanesidir, kırlardaki papatya ve gelinciklerdir, nazlı bir sevgilidir, aşktır, ıstıraptır.

Şiir mi yazacaksın? Aslında kolaydır şiir yazmak. Ama kime kolay? Asıl mesele burada. Hayata farklı bir gözle bakan insana kolay. "Nasıl yani?" dediğinizi duyar gibiyim. Açıklayayım: Şair dediğiniz adam (veya kadın) her varlığa bir sanat eseri gözüyle bakar ( Zaten Allah'ın yarattığı her şey eşsiz bir sanat eseridir.). Kainatı tüm yönüyle okur, derinliğine okur; ona bir de estetik katar. Şair uçan kuştaki güzelliği, bir yaprağın üzerindeki kılcal damarları görür; karanfil ve yasemin kokularını, toprağın kokusunu, sevgilinin kokusunu tüm hücrelerine işlemiş gibi duyar ve bunu kağıda döker. Gönülden akan mürekkep kağıtla buluşur, ortalık düğün yeri gibi olur şiirde. 

Şiir, bir ressamın elinden çıkan bir resim gibidir. Şiirde sözcüklerin ahengi vardır; resimde ise renklerin ve çizgilerin ahengi vardır. Etrafınıza iyi bakın. Evinizin önündeki kediye, ağaçların dallarında adeta şarkı söyleyen kuşlara, bir adamın sırtındaki küfeye, örümceğin ağ örüşüne, arının bal yapışına, papatyalara, gelinciklere, dut ağacına, masmavi gökyüzüne, öfkeli fırtınaya, insanın bedenini okşayan, huzur veren, serinleten rüzgarlara, karın yağışına, kalem tutan elinize, parmaklarınıza, toprağa, havaya, suya... Hepsine iyi bakın. Tüm bu saydıklarım (ve sayamadıklarım) hepsi birer şiir konusudur. Hepsi bir şiirin ana omurgasını oluşturabilir. Bakmasını, görmesini, duymasını, hissetmesini iyi bilenler tüm bu malzemeleri ahenkle, ritmle iyi karıştırırsa bizi masal alemlerine götüren, hayal dünyamızı harekete geçiren bir sanat eseri ortaya koyabilir. 

Kısacası şiir bakmaktır, görmektir, duymaktır ve hissetmektir. Kimi zaman da savaşlara, gözyaşına, haksızlıklara karşı bir haykırıştır. Fikrin, hiddetin ve heyecanın birleştiği bir sözcükler dünyasıdır. Neyse... Siz siz olun; şiiri hayatınızdan eksik etmeyin.

  
  

23 Ekim 2016 Pazar


                                                        EDİTÖR KARDEŞ

     Ah be editör kardeşim! Sizin gibiler yüzünden millet edebiyattan soğudu yeminle. Neymiş efendim "Cümlelerin kısa, meramını etkili bir şekilde anlatamamışsın, cümlelerin özgün değil, kurgun zayıf, cümleler ve paragraflar arasındaki bağlantıyı iyi sağlayamamışsın, özgün bir konu bulmalısın" diye diye milleti mektup yazmaktan bile soğuttunuz kardeşim. Ne kadar editör varsa hepsine birden aduket yapıyorum. Editör kardeşler sizlere sesleniyorum: İnşallah metrobüste oturacak yer bulamazsınız. İnşallah ayak serçe parmağınızı sehpanın kenarına çarparsınız. İnşallah tuttuğunuz takım jeneriklik gol yer. İnşallah Ankara'nın ayazına maruz kalıp yanaklarınız, burunlarınız kıpkırmızı olur. İnşallah yemek yerken dilinizi ısırırsınız. İnşallah boğazın kenarında özçekim yaparken telefonunuzu denize düşürürsünüz.

     Unutmadan bir de şundan bahsedeyim: Edebiyat dergisi "Notos" Halit Ziya Uşaklıgil'i ele almış. Derginin kapağına baktım; bir de ne göreyim; adamlar Halit Ziya'yı resmedelim derken eski Beşiktaş başkanı merhum Süleyman Seba'yı resmetmişler. Olmamış kardeşlerim. O Halit Ziya değil, Süleyman Seba...
 

Popüler Yayınlar

Blog Listem