Sanat, duyguların resim, müzik, mimari vb. yollarla dışa vurulması olarak tanımlanabilir. Edebiyatı da güzel sözlerin insanlar üzerindeki etkilerini düşünürsek güzel sanatlar içerisinde değerlendirebiliriz. Edebiyat bir sanat dalıdır ve duyguların, düşüncelerin okuyanları duygulandıracak, heyecanlandıracak ve estetik bir haz meydana getirecek biçimde söz ya da yazıyla anlatılması olarak tanımlanabilir. Bu tanıma bağlı kalarak oluşturulan eserlere de edebi eser adı verilir.
Tanımları yaptığımıza göre bir de edebiyatın görevine değinelim. Aslında edebiyatın birçok görevi vardır. Ancak ben bu yazıda sadece bir görevine değinmek istiyorum; o da edebiyatın yansıtma görevi... Edebiyatın dış dünyadaki gerçeklikleri yansıtma görevi vardır. Bu görevi fotoğraf sanatı da yerine getirir ancak edebiyatı bu konu içerisinde ele aldığımızda edebiyat bu yansıtma görevini çok farklı biçimde yerine getirir. Bir edebi eser meydana getiren bir sanatçı önce dış dünyadaki gerçeklikleri algılar ve bu algıladığı gerçeklikleri kendi hayal dünyasında yeniden kurgular ve bunları bambaşka bir kalıba sokar. Sanatçının burada yaptığı iş kurmaca bir dünya oluşturmaktır. Yani diyebiliriz ki edebiyatın temelini kurgusallık/kurmaca dünya oluşturur.
Edebiyatın temelini oluşturan bir diğer kavram ise hayal gücüdür. Hayal gücünü kullanmayan bir sanatçı kesinlikle düşünülemez. Zaten işin içinde hayal gücü yok ise burada sanattan söz etmemiz mümkün değildir. Kurmaca dünyanın oluşturulabilmesi için çok iyi bir hayal gücü gereklidir.
Değerli dostlar, bugünkü anlatacaklarım bu kadar. Bugünden itibaren yeni bir yazı dizisine başladım. Her gün olmasa da fırsat buldukça "Edebiyat Günlükleri" adı altında yazılar yazacağım. Bu yazı dizisinde edebiyat, edebi eser, Türk ve dünya edebiyatının en seçkin yazarları ve kitaplar hakkında çeşitli değerlendirmelerim olacak. Edebiyatseverlerin ilgiyle takip edeceğini umuyorum. Lütfen takipte kalın:)